Bırak
dağınık kalsın
Ahu sabah sekiz
civarında evime geldi. Anahtarıyla kapıyı açıp içeri girdi. Bu esnada,
30 metrekarelik evimin dokuz metrekarelik yatakodasındaki tek kişilik
çocukluk yatağımda zıbarmaktaydım.
Anahtar sesinden
daha önce uyanmıştım. Ama sabah dörde kadar altı biraya tecavüz
etmiş, ardından, bu durumu görüp en azından vaziyetten zevk almaya
karar vermiş olan sıradaki altı tanesiyle grup seks yapmış, kafayı
iyice bulup cinsiyet bilincimi kaybettikten sonra da elde kalan
son altının beşine saksafon çekmiş olduğum için haşat ve hatta
hâlâ sarhoş vaziyetteydim. Sağ bıraktığım ve çişten tek farkı
rengi olan son Efes Dark'ı sırtüstü yatarak zıkkımlanmaya çalışıyor,
üzerime değil de ağzıma dökebildiğim kadarının başağrımı niye
geçirmediğine hayret ederek vakit öldürüyordum.
Kapı açıldığında,
kimin geldiğini tahmin ettiğim için şişeyi sessizce yorganın altına
kaydırdım, bir kısmını göbeğime dökerek bacaklarımın arasına yerleştirdim
ve gözlerimi kapatıp yatmaya devam ettim.
Bu gelip yanıma
oturdu. Getirdiği poğaçaları ağzıma burnuma sürmeye başladı. O
anki kişiliği "küçük Ahu"ydu.
Esasen bu
"küçük Ahu", fena bir kız değildi. Yine de kadının diğer
şahsiyetini ziyadesiyle ağzımda gevelemiş ve tadını da hiç beğenmemiş
olduğum için, bu "küçük Ahu"yu artık pek fazla sallamıyordum.
Dolayısıyla, poğaça muamelesine pabuç bırakmadım. Kapalı sağ gözümü
hiç kısmadan sol gözkapağımı tek hamlede ve titretmeden, lak diye
açtım, ölü balık gibi buna baktım.
"Gözünde
çapak var" dedi. Parmağımla çapağı alıp bunun koluna sürdüm,
kıçımı dönüp yan yattım. Bu gerzekçe manevra sırasında bacaklarımın
arasındaki şişeyi unutmuş olduğum için siyah bira üstüme ve çarşafa
döküldü. Salaktım ama o an için benden başka kimse bunu bilmiyordu.
Hiç bozuntuya vermedim.
Ahu bunun
üzerine mutfağa gitti. Zaten dört metrekarelik mutfağa ulaşması
için yatak odasından çıkması yeterliydi. Dolaptan bir tabak alıp
poğaçaları koydu, tabağı tezgâha bıraktı ve dışarı çıktı.
Kapının kapanma
sesini duymadığım için, bunun arabadan birşey alıp geri geleceğini
düşündüm. Birazdan elinde benim lens zamazingolarımın olduğu torbayla
döndü.
Ahu'nun o
lens zamazingolarını aslında bir gece önce getirmesi gerekiyordu.
Çünkü yaptığımız nâhoş telefon görüşmesinde öyle konuşmuştuk.
Hatta bu şöyle demişti:
"Dokuzda bir arkadaşımla buluşacağım. Bir saat filan sürer.
Ya giderken, ya dönerken uğrar bırakırım."
Oysa
gece gelmemiş, sabahın köründe poğaçalarla kapıda bitmişti.
"Hani
dün gece getircektin?"
"Ben giderken yoktun evde..."
"Gece evdeydim."
"Gelirken ışığına bakmadım."
"İyi etmişin, aferin."
"N'oluyo be?!"
Ben buna fazla
yüz vermeyince bozulmuş, "küçük Ahu"nun kıçına tekmeyi
vurup öteki olmuştu.
Yeri gelmişken...
Bu öteki Ahu kötü birisidir. Üçkağıtçı ve yalancıdır... Zaman
zaman riyâkar ve habis olduğuna tanıklık etmişimdir. Aynı zamanda
çok bencildir ve hep elinde bir nalıncı keseriyle dolaşmaktadır.
Bununla başa çıkılamamaktadır. Bu yüzden de ben artık bu öteki
Ahu'ya bulaşmak istememekteydim. Yine de o an çenemi tutamadım:
"Sen şimdi yani Pelit'e gidip poğaça alıp geldin ha?"
"Evet... Niye?"
"Hadlen!"
"A-a, sen beni tanımamışsın daha. Kalın kafalı!"
İşte! Öteki
Ahu diş göstermişti. Derhal tırstım ve konuyu değiştirdim. Daha
doğrusu, ben orada yatarken, bu da yanımda oturup ucuz çakmak
gibi gözleriyle sahtekâr sahtekâr bakarken herhangi bir konuyu
tırmalamanın bana zevk vermeyeceğini düşünerek pozisyonumu değiştirdim.
Yataktan kalkıp mutfağa giderek su ısıtıcının düğmesine bastım.
Bu esnada kadın, benim morning glory'nin üzerinde ve etrafındaki
siyah bira lekesini gördü.
"Bu ne oğlum?"
"Onun ne olduğunu çok iyi biliyosun güzelim. Bi ara pek samimiydiniz.
Ağzını pek severdi hatta. Konuşurken değil ama... Ki ben de aynı
fikirdeyim."
"Hadi be! Terbiyesiz adam. Lekeyi sorduk."
"Ha, o mu? Regl oldum."
Ahu güldü. Bir adımda tuvalete geçip işemeye başladım. Ahu arkadan
yanaşıp yanımdan elini uzattı ve tuttu. "Oha lan," diye
düşündüm, "ne pişkin karı be!"
Bileğinden tutup elini çektim ve onun bendekinin olmadığı yerine
bastırdım:
"Dolaptan iki dilim tost ekmeği alıp iki yanına koy da kahvaltıyı
ucuza getireyim."
Boş boş baktı. Anlamasını beklemiyordum zaten. Sonuçta kendisine
faydası dokunmayacak konularda pek parlak değildi. Neskafeyi bardağa
koydum, suyu boca ettim, içine mazotu da kattım.
Viskili kahvemi
ve sigaramı içerken saçma sapan şeylerden sözettik. Daha doğrusu,
bu boş gevezelik ederken ben dinlemiyor ve rastgele yerlerde "ha",
"hı", "hım" gibi sesler çıkarıyordum.
Yüz vermeme
konusunda belli bir dirayetim olduğunu farkedince bu sıkıldı ve
okula gitmesi gerektiğini söyledi, "Eve tekrar uğramam lâzım.
Bazı kitapları unuttum" dedi.
"İyi" dedim. Bu gitti.
Giderayak
birkaç yalan daha sallamıştı ortaya. Sabah evden çıkıp Bebeğe
gidip poğaça alıp getirmesi... "Akşam giderken yoktun, gelirken
ışığına bakmadım" demesi vs...
Olay tahminen
şöyle cereyan etmişti:
Ahu, benim
bilmemi istemediği, zaten benim de hiç ilgilenmediğim için bilmek
istemediğim bir sebeple geceyi dışarıda geçirmişti. Gece dönerken
bana bırakmayı düşündüğü lens zamazingolarım da arabasındaydı.
Sabah erkenden bu uyandı, bir güzel gerindi... Okula gitmeden
önce eve uğrayıp kitaplarını almalıydı... Tahminen Boğaz tarafından
geldiği için de yolu Bebeğe düştü. Kendi kendine şöyle dedi:
"Şu bizim kazıkkafaya iki poğaça alayım, öpüp uyandırayım,
barışırız."
Poğaçaları aldı, evine giderken yol üstündeki benim eve uğradı...
Neyse, buraları anlattık zaten.
Arada ben poğaçalara taviz vermezken de lens zamazingolarını hatırladı
ve arabaya gidip aldı, geldi. Yoksa bunun sabahın köründe bana
poğaça almak için evden çıkması, evde kitaplarını unutması, Bebeğe
gidip geri gelmesi veya gece ışığımı görmemesi mümkün değildi.
Poğaça almaya gitmedi çünkü gece hiç gelmedi.
Pastaneye de, benim eve de, yolunun üzerinde olduğu için uğradı.
Lens zamazingolarını zaten, sabah benim evimde aklına gelene kadar,
tamamen unutmuştu.
Ve her zamanki gibi, kendi pek değerli gerçeklerini kendine saklamak
için, iyi düşünülmemiş, kıçıkırık iki ucuz yalan sallamıştı.
Oysa benim umurumda değildi.
Benim aşkım içimde, bayılana kadar dayak yiyip nakavt olmuş bir
boksör gibi ikiseksen serilmiş yatmaktaydı. Ağzı burnu kırılmış,
kafasına sıçılmış bu aşk yerinden kalkmak istememekteydi çünkü
Ahu'nun yumrukları çok canını acıtmıştı.
Bunları düşünürken
kafamda tek karanlık nokta kalmıştı... Daha önce seksen tane yalanını
ortaya çıkardığım, artık sevmediğim, önemsemediğim ve pek aptal
bulduğum bu kadın, neden hâlâ beni ahmak yerine koymaya çalışıyordu?
Dünyada uğraşacak, kazıklayacak, dolap çevirecek başka erkek mi
kalmamıştı?
Bu kadının etrafında dolanıp duran, takıldığı bir sürü herif vardı
ama hep kazıkkafayı kazıklamak istiyordu nedense.
Buna anlam veremiyordum... Vermem de gerekmiyordu... Yine de düşünmeden
edemiyordum.
Ama şimdi yazınca rahatlamıştım. Dilimin ucuna kadar gelen lafları
Ahu'ya söylemediğim için memnundum.
Yazmayı bıraktım.
Geçen Perşembe eve sabaha karşı sarhoş geldiğimde kapıda bulduğum
ama kimin getirip bıraktığını bulamadığım, bu arada yarısını iyi
ettiğim Jim Beam şişesinden okkalı bir fırt çektim, bir de sigara
yaktım. Viskili kahve, burbon şişesi, sigara paketi, kültablası
ve çakmaktan oluşan teşkilâtı toplayıp başucuma kurdum, yatağa
uzandım.
Saat ona geliyordu.
Birazdan yıkanıp çıkmalıydım.
Sigaram dudaklarımın
arasında tüterken, ağzımın öteki tarafıyla burbondan yüklü bir
yudumu damağa kaydırdım ve bu numarayı kıvırabildiğim için kendimle
gurur duydum.
Şişede iki
parmak, Camel'da üç nefes kalmıştı. Otuzbir çektim ve Çarşamba'ya
başladım.
kayıp
ruh, anı-hikâye, 2002
mesaj gönder
|